Bebek doğduğunda tamamen bakım verene muhtaç ve ona bağımlı durumdadır. Beslenmek, temizlenmek, fizyolojik sorunlarının giderilmesi, ağladığında ihtiyaçlarının karşılanması, sevgi gösterilmesi gibi. Henüz özerkliğini kazanamamış bebeğin anneyle kurduğu ilişki çocuğun ileriki yaşantısını büyük ölçüde etkilemekte ve yetişkinlikte bu etkinin değişimi oldukça zor olmaktadır. Bebeğin hem şimdisini hem geleceğini etkileyen bu dönem anneler için de adapte olunması zor bir dönemdir. Annenin hayatındaki çoğu şey eskisi gibi olmamakla birlikte bu yeni düzende hemen hemen her şeyi bebeğine göre ayarlaması gerekmektedir. Bu büyük değişim ebeveynler için yıpratıcı olabilmektedir. Bu süreçten etkilenenler sadece anneler değil, babalarında hayatlarında büyük değişiklikler olmaktadır. Bir nesne ilişkisi kuramcısı olan D.W. Winnicot’a göre baba, anne-bebek-baba üçgeninde koruyucu figür olarak tanımlanmaktadır yani baba, annenin dışarıdan müdahaleler olmadan kendisini bebeğine adamakta özgür hissetmesi için gerekli ortamı sağlaması gereken bir figürdür. Özetle, ebeveynlerin bu rolleriyle, dünyalarına yeni katılan bireye göre hayatlarını yeniden uyumlamaları gerekmektedir. Hayatlarına bir bebek girdikten sonra yeni sorumlulukları ve ciddi bir hayat değişikliği mevcuttur.
Bebeğin Gelişiminde Nelere Dikkat Edilmeli?
Bir yandan bu değişikliğe adapte olunurken bir yandan da bebeğin gelişiminde nelere dikkat edilmeli sorunu ile baş etmeleri gerekmektedir. Bu sorun çocuklarla daha çok vakit geçirdikleri için anneler babalardan daha çok kaygılandırmaktadır. Bütün bu değişiklikler kapsamında annelerin zihinlerinde benzer sorular oluşmaktadır. “Çocuğun gelişim süreci nasıl olmalı?”, “benim çocuğum gerekli gelişim görevlerini doğru yerine getiriyor mu? yani gelişimi normal ilerliyor mu?”, “onun gelişimi için en iyi olanı nasıl yapabilirim?” gibi sorular annelerinin zihinlerini meşgul etmektedir. Bu sorularla kaygılanan anneler kendilerini geliştirmek için bir çaba içerisindedirler. Kitaplar okuyup uzmanlar takip ederek çocukları için en iyisini bulmaya uğraşmaktadırlar. Bu uğraş mükemmel çocuk yetiştirme arzusunu da barındırabilir. Bu arzu ile yapılan okumalar, tavsiyeler hem kafa karışıklığına sebep olacaktır hem de mükemmeliyetçi tavırları kaygılarını gittikçe arttıracaktır. Bir de toplum tarafından “bizim zamanımızda hiç böyle şeyler yoktu, şöyle yapardık ağlamazdı böyle yapardık susardı” gibi müdahale ve eleştiriler olduğunda hem toplumla mücadele hem yeni bilgiler öğrenip uygulamaya çalışma çabası anneleri iyice zorlayacaktır. Mükemmel çocuk yetiştirme arzusuyla bu karmaşanın ve bilgi bombardımanının içerisinde öğrendiği doğruları yapmaya çalışırken anneler kendisini yetersiz hissedebilir. Bu hissiyat zamanla bilinçli olmasa da bilinç dışında bazen bebeğine karşı bazen kendisine karşı bazen de topluma karşı yoğun öfke hissetmesine sebep olabilir. Üstelik bu öfke daha sonra yerini suçluluk duygusuna bırakabilmektedir.
Öğrenilen kitabi bilgileri eksiksiz uygulamaya çalışırken bebeğin ihtiyaçlarına göre hareket etmek, ihtiyacı olduğu anda yanında olmak, hissiyatına göre davranmak yerine, bebeğe karşı mekanik yaklaşımlarda bulunulmasına sebep olabilir. Bu yaklaşımlar annenin çocuğuyla arasındaki bağa zarar verebilir hatta anne kendisini bebeğine yabancılaşmış hissedebilir.
Annenin çocuğu mükemmel yetiştirme kaygıları ve bu bağlamda her zaman en doğruyu yapma çabası çocuğun karşılanmayı bekleyen ihtiyaçlarını ihmal etmesine sebep olabilir ve bunun sonucunda duygusal veya fiziksel ihtiyaçları karşılanmamış bebek kendisini güvende hissetmeyebilir. Çok kaygılı anneleri daha da kaygılandırabilecek bu noktayı biraz açmak gerekirse, annenin görevi her zaman bebeğin ihtiyaçlarını anı anına karşılamak değildir. Yeteri kadar karşılamak, mükemmeliyetçilikten uzak bir şekilde doğal annelik göstermek gerekmektedir. Bu anlayış hem anneyi mükemmeliyetçilik kaygılarından uzaklaştırır hem de bebek için geliştirici bir faktördür. Bebeğin tek başına kalabilme kapasitesinin gelişmesi için bazen de tek başına durabildiği sakin zamanları gereksiz uyaranlarla bölmemek iyi olacaktır. Bu çocuğun yalnız kalma kapasitesini geliştirirken aynı zamanda çocuğun kendini regüle etmesine de katkıda bulunacaktır ki bu öz-regülasyon yaşamın sonraki periyotlarında çok önem kazanan bir kavram olmaktadır.
Yeterince İyi Anne
Çocuk yetiştirmek sadece dünyaya yeni gelen canlının büyüyüp geliştiği bir süreç değil annenin de çocuğuyla beraber birçok şey öğrenip geliştiği bir süreçtir. Bu süreçte özelikle anneler kendilerine hata payı bırakarak hata yaptıklarını düşündükleri yerlerde sağlıklı telafi süreçlerine çocuk çoğu zaman bu onarıcı çabaya karşılık verme eğilimindedir. Yani anneler çocuklarının ihtiyaçlarını tamamını karşılamalıyım baskısı altında değil de çocuğu ihmal etmeden yeteri kadar ihtiyaçlarını karşılama çocukların gelişimine ve anne ile olan bağlarına zarar vermeden büyümeleri sağlanabilir. Bu “yeteri kadar” kavramını biraz açacak olursak, bu kavram Winnicott tarafından “yeterince iyi anne” olarak kısaca şöyle tanımlanmıştır: bir çocuğun hayata iyi bir başlangıç yapabilmesi için, anne bebeğinin varlığını tehlikeye sokacak dış etkenlerden korumalı ve ona kucaklayıcı bir çevre sunmalıdır. Yani çocuğa gerçeklik ilkesini yansıtabilmeli, bunu yaparken de iç ve dış sınırları belirleyebilmeli, çocuğunun gereksinimlerinin ne olduğunun farkında olmalı ve yaşadığı endişeleri yatıştırabilmelidir.
“Yeterince iyi anne” kavramının annelere en başından düşünsel bir rahatlık sağladığı kanısındayım. Mükemmel olma düşüncesi içerisine sıkışmadan bebeğinin gelişimsel süreçlerini takip ederek bebeğin ihtiyaçlarını yeteri kadar temin eden anne-bebek ilişkisi sağlıklı olacaktır.